Hikmet Çetinkaya Sergisi ‘ 111’ 28 Mayıs 2015 Perşembe 18.30/ NUROL SANAT GALERİSİ

O bir fenomen, Hikmet Çetinkaya…..
Hikmet Çetinkaya Ankara sanat ortamında çok uzun yıllardır öyle ya da böyle ‘varolma savaşı’ veriyor….Varolma savaşı, zira kendi algısına göre de bu sanat ortamına biraz kırgın. Bazı olumsuzluklar için kırgın ama hiç buna takılmadan yıllardır resimlerini yapıyor. Onlar beğensin ya da beğenmesin durmaksızın çalışıyor, projeler üretiyor, yurtdışında sergiler açıyor, bugüne dek sayısı binlerle ifade edilebilecek olan atölye öğrencilerine zaman ayırıyor… Onu ve resmini çok seven ciddi bir kitle var. Bıkmıyor, yorulmuyor, durmadan, durmadan çalışıyor… Onu ortalıklarda boş boş gezerken, ya da açılışlarda pek göremezsiniz. Kimse hakkında olumsuz tek bir cümle kurduğunu duymamışsınızdır. Herkese, herkesin ürettiklerine çok saygılıdır. Sevgi doludur ve iyi kalplidir. Ankara’da ‘vergiye tabi’ tek sanatçıdır ve vergisini son kuruşuna dek öder. Yani iyi de bir vatandaştır. İyi bir baba ve eştir. Siz bir sanatçıdan, daha doğrusu bir insandan bundan fazla ne bekleyebilirsiniz ki; Hikmet Çetinkaya..

En son sergiden mi başlayalım?
Bu, 111. sergi… Ve Nurol’a denk gelmesine çok memnunum. Nurol Sanat Galerisi’nin benim için önemi büyük. Bugüne dek açtığım sergilerin 30’u yurtdışında. Resimlerimin uğramadığı kıta kalmadı….
Senin yurtdışı sergilerin genellikle Dışişleri Bakanlığı ve gittiğin yerlerin büyükelçileriyle ortak çalışmalar…
Evet genel olarak öyle. Ancak bundan sonra Bulgaristan-Plovdiv’de açacağım sergi bir özel galeri’de, Aspect’de. Bu, Aspect’teki sekizinci sergi. Onunla eş zamanlı Kanada-Montreal’de bir sergi olacak, sonra temmuzda yine Kanada’da, bu kez St. John’s da. Bu iki sergi de büyükelçilikler aracılığı ile gerçekleşecek. Bu sergilerin benim için iki açıdan önemi var; birincisi ülkemin ve Türk sanatının tanıtımı, ikincisi eserlerimin tanıtımı.

Bence bir ülkenin tanıtımında sanat en önemli araç. Ancak Türkiye’de bunun ne kadar doğru kullanıldığı tartışılır. Bir takım hanımlar ve beyler, ben onlara sanatçı diyemiyorum, bazı ilişkilerini kullanarak yurtdışında sergiler açabiliyorlar. Bunu kendileri amatörce yapsalar sesimiz çıkmaz. Ama devlet imkanlarını kullanarak, bir de ‘Türk resmini temsil ediyoruz’ diyerek yapmıyorlar mı ben buna itiraz ediyorum. Ve gerçekten yurtdışına gitmesi gereken eserler de çoğu zaman gidemiyor ne yazık ki.
Aslında başarılı olan her çalışmanın arkasında olunmalı ancak bazen çok küçük şeyleri bile abartıyoruz; biraz ezilmişlik duygumuz mu var ne, bazen de ne kadar önemli şeyler yapsak da bir türlü bunları duyuramıyoruz. Bunun bir ölçütü yok ki. Bazen sanatçı kimliğinin kenarından bile geçmeyenler sanatçıyım diyor. Doktorluk, mühendislik gibi bunun için bir diploma da gerekmiyor, isteyen herkes bunu söyleyebiliyor. Üretilenlere bakmak gerek sonuç olarak. Birincil şart özgünlük. Bizde iyi bir şey üretildiğinde, hemen kopyalar türer. Yalçın Gökçebağ’a bakın, bir sürü kopyası vardır. Aslının yerini tutar mı, asla. Kendine ait bir şey bulmak, önemli olan bu.
Bu konuda en ‘bağrı yanık’ olanlardan birisin. Çok kopya edilir gelinciklerin. Bununla bir süre mücadele ettin, hatta şöyle sözler de türedi ‘Hikmet Çetinkaya gelincik için tescil belgesi aldı ve gelinciği sadece ben yaparım diyor’. Böyle bir algı oluştu. Bunu açıklar mısın, böyle mi gerçekten ?
Ben 39 yıldır resimle uğraşıyorum. Bunu söyleyenler de benim ne demek istediğimi çok iyi biliyorlar aslında. Evet Türkiye’de yaptığı işlerin tasarım tescil belgesini alan ilk ve tek ressamım. Tasarım tescili ayrı bir şeydir, patent ayrı bir şey. Gelinciğin patenti bende değil yani, alınmaz da verilmez de. Ne demek yani, kimse gelincik yapamaz, olur mu hiç öyle şey. Her isteyen her konuyu dilediği gibi çalışır. Rastgele gelincik resmi yapmak ayrıdır, benim yorumladığım çalıştığım bir eserimi karşıya koyup aynısını yapmaya çalışmak ayrıdır. Artık bıraktım peşini, umursamıyorum. İşimle meşgulüm. Çok çalışıyorum, üretiyorum. Bir de paçamdan aşağı çekilmesem, üzülüyorum, kırılıyorum.
Aslında her sanatçının bir alanı, kitlesi var. Bakın çok hızla gelişen inşaat sektörü, yapılan evler, oluşan yeni duvarlar. Ve bu duvarlar için üretilmesi gereken işler. Biz bunu nasıl başarabileceğimizi, bu duvarlar için bir resmin nasıl gereksinim olduğunu insanlara anlatmayı, kabul ettirmeyi, bunları düşünmeliyiz biraz da. Sadece işi üretmek değil onu insanlarla yakınlaştırmanın yollarını da bulmalı, bu anlamda da çalışmalı diye düşünüyorum. Atölyeden çıkmazsa resim, başka duvarlarla buluşmazsa ne anlamı kalır ki. Sanatçılar bazen birbirleriyle uğraşmakla kaybettikleri zamanı işlerine verseler … Şöyle bir bilgim var; insanın gün içinde verimli olabildiği en uzun süre 4 saat. Bu kadar kıymetli vakti gereksiz harcamamalı, ben böyle yapmaya çalışıyorum. Ülkemizde ne sanatçılar arasında ne de devletle sanatçı arasında iyi bir iletişim yok, keşke kurulabilse.
Sen sık sık yaptığın etkinliklerde toplulukların karşısında resim yaparak onlara bir resmin gelişim sürecini yakından gösteriyorsun. Bir de sonunda çıkan işi izleyicilerden birine armağan ediyorsun. Ben bu tip çalışmaları izledim. Çok mutlu oluyor insanlar, heyecanlanıyorlar. O güne dek hiç sanatla ilgisi olmamış kişiler birden kendilerini bu dünyanın içinde buluyorlar ve belki de bu yakınlığı sürdürmeye karar veriyorlar. Ben açıkçası bu etkinlikleri çok yararlı buluyorum. Sırça saraylardan çıkmalı zaman zaman…
Ancak benim bu etkinliklerim bazen eleştiriliyor. Resmin üretim sürecinin bu kadar açıkça gösterimemesi gerektiği düşünülüyor bazılarınca. Hani bu kadar kolay mı bu işler, biraz gizemli kalmalı diye düşünenler de var. Ben sanatçı kimliğimle halkın çok içinde olmayı sevenlerdenim. Kendi doğrularım ve önemsediğim şeyler var. Bunlar sanat yaşamımın temellerini oluşturuyor. Takdir edenler, sevenler bana yetiyor. Ben sanatçı olarak üzerime düşeni yaptığımı düşünüyorum. Kazancımın her bir kuruşunun vergisini öderim. Resmimde en iyi tuvali, en iyi boyaları ve en iyi çerçeveyi kullanırım. Çünkü yaptığım işe çok saygım var. Ürettiklerime önce ben önem ve kıymet veririm. Sunumun en ince ayrıntısını dahi düşünürüm. Resimlerim için boyutlarına göre özel tasarım kutular yaptırıyorum. Ürettiğim işin yüz yıl kalıcı olması benim elimde. Ucuz malzeme eserin ömrünü kısaltır. Bol sıfırlı rakamlara satılan işleri plastik çerçevelere koymamalı. Bu arada, bunca yıllık sanatçıyım ancak hiç ödülüm yok biliyor musunuz ? Bir de şunu düşünüyorum, karşıdakinin yokoluşuna bağlı bir öne çıkış peşinde olmamalı. Hepimize yer var bu dünyada…
Sen bir proje adamısın aslında, durmadan bu anlamda çalışıyorsun, arı gibi.
Evet yeni fikirler üretmeye çalışırım hep. Örneğin bu sergide resimlerin yanında, eserlerimin ipek üzerine basılmasından oluşan fularlar ve mendiller olacak, gelenlere armağan edilmek üzere. Yurtdışında ünlü sanatçıların eserlerinden yola çıkılarak üretilen buna benzer pek çok örnek vardır. Bir sektör bu. Ben daha önce de resimlerimin üzerinde olduğu kupalar, kutular ve benzeri şeyler de ürettirdim. Şimdi takılar, kumaşlar sırada. Bu yıl üretilecek bu tip çalışmaların tanıtım yüzü İvana Sert…
Konuşurken bir yandan da bir grubun seni niye bu kadar kendilerinden ayrı tuttuğunu da düşünüyorum. Üstelik okullusun.
1982’de Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Bölümü’nü bitirdim. Bugün Ankara’da bir çok okulda güzel sanatlar bölümü var ve her yıl onlarla genç buralardan mezun oluyor. Nerde bu çocuklar? Ne umutlarla başlayıp bitiriyorlar bu okulları. Nerde yanlış var? Üniversitelerdeki hocalar bu konuda nasıl bir çaba gösteriyor merak ediyorum. Düzelmesi, değişmesi gereken şeyler var eminimki. Çaba gerek. Kalem kılıçtan keskin olduğu gibi fırça da hepsinden keskindir, bunu kullanmak gerek.
Müzelerin durumuna ne diyorsun?
Müzelerde ciddi sorunlar var. Zaten bizde müzecilik, yeni yeni özel müze alanında iyi örneklerle değer kazanıyor. Devlet müzelerinin durumu ortada.İki sorun var bu müzelerde. Birincisi çok fazla eser çalındı ve çoğu geri dönmedi. İkincisi bir çok eserin kopyası yapıldı orijinallerin yerine kondu ve bunlara orijinaldir raporu verilerek üzerleri kapatıldı. Bunların peşine düşüp hesabı sorulmalı.
Okul bittiğinde ne hedefliyordun, istediğin noktada mısın? Niye resmi seçtin?
Önce makine mühendisliğine girmiştim. Dört ay sürdü bu. Ben Denizli Endüstri Meslek Lisesi Motor Bölümü’ndenim. Çocukluğum Denizli’de geçti. Memleketim Konya. 6 kardeş, tek sanatçı benim. Lise yıllarında Denizli, Pamukkale’de vazo boyayıp satıyordum. Daha güzel yapsam, bunun eğitimini alsam, sonra da burada kendime ait bir yer açsam, aslında derdim bu. Bunun için Gazi’ye, resme başladım. Zaten okurken tek atölye açmayı hedefleyen de bendim.

Kimler var o dönemde?
Okul arkadaşlarımdan bir kaçı İsmail Ateş, Enis Aktaş, Selçuk Kaltalıoğlu, Uğur Çalışkan, Ali Kotan; hocalar Mürşide İçmeli, Zahit Büyükişliyen, Sabri Akça, Veysel Günay, Mustafa Ayaz, Hayati Misman, Hasan Pekmezci. Bu arada Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde de Eşref Üren gibi hocalarla biraraya gelirdik. Orası da ayrı bir okuldu. En çalışkan hocamız Mustafa Ayaz’dı. Bize bu anlamda en iyi örnektir. Ben aç kalmayı göze alıp öğretmenliği seçmedim. İkinci sınıfta bir ara okulu bırakmıştım ama geri döndüm. 82’de mezun oldum ama atölyeyi açışım 92’de yani on yıl sonra. Bu arada da geçinmek için her işi yaptım.
Gelelim aileye, üç oğlan var.
Evet, büyük Yüksel 29 yaşında Peyzaj Mimarı, onun küçüğü 27, Yağız. Arkeolog oluyor iki ay sonra. Bir de Doruk, 3 yaşında. Büyükler resimle ilgilenmediler. Ben de yönlendirmek istemedim. Benim resmim onlar için yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan bir şey, ne çok önemsediler ne de reddettiler. Babalarının mesleği bu. Küçük ne yapar bilmiyorum, bakacağız.
Gelelim Kanada konusuna. Seni seven ciddi bir kitlen var ve onlar Hikmet’in gidişine üzülüyorlar. Temelli mi bu gidiş?
Ben Kanada’yı 2010’da Büyükelçimiz Rafet Akgünay’ın davetiyle Ottawa War Museum’da açtığım sergide tanıdım. Müze bir resmimi satın aldı. Ertesi yıl benden 150 X 150 cm boyutlarında sekiz büyük resim istediler. Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile resimleri gönderdik. ‘Resimler Türk Halkı’ndan Kanada Halkı’na hediyedir ‘ dedik. Sonraki yıl Toronto’ya gittiğimde artık orada tanındığımı gördüm ve çok memnun oldum. Buradaki kırgınlığım yeni arayışlar içine girmeme neden olmuştu. Ve Kanada’ya gidiş bir yoldu. Montreal, Ottawa ve Toronto’dan biri olacaktı ve ben direk uçuş olan Toronto’yu seçtim.
Şimdi orada atölye ve evin var.
Evet güzel bir atölyem ve evim var. Gittiğim her ülke sanatçı kimliğimin gelişmesine çok katkı yaptı. Şimdi Toronto da öyle. Orada çok fazla Türk var ve bana değer veriyorlar, sevilip sayılıyorum. Bu gidişimde büyükelçi Selçuk Ünal’la buluştuk ve sergi projelerini konuştuk. 2 Haziran’da Montreal’de, 1 Temmuz’da St. John’s da, kasımda Ottawa’da sergilerim açılacak.
Ama burayı da ihmal etmemeli.
Tabii buradaki evim ve atölyemi kapatmıyorum. Kökler burada. Ama dallar Kanada’ya, Çin’e, Avustralya’ya uzandı. Ben aynı zamanda sanat eğitimcisiyim. Atölye benim olmadığım zamanlarda da varlığını sürdürüyor.
111. sergiyi açtıktan hemen sonra yolculuk başlıyor.
Şansın bol yolun hep açık olsun Hikmet…

Yüksel Maden
Ankara Life Dergisi – Mayıs 2015, Ankara