ZEHRA ÇEKİN MİNYATÜR SERGİSİ “YERLER ve GÖKLER”
Açılış:19 OCAK 2016 SALI Saat:18.30

Sergi Süresi: 19 OCAK – 12 ŞUBAT
Yer: Zeytinburnu Kültür Merkezi
Küratör: Mehmet Lütfi ŞEN

Zehra Çekin’in “Yerler ve Gökler” minyatür sergisi, yarın akşam Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde açılış yapıyor.

Minyatür sanatçısı Zehra Çekin’in “Yerler ve Gökler” isimli minyatür sergisinin açılışı yarın akşam saat 19.00’da, Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleşecek. Açılışın ardından, Piyanist Tuluyhan Uğurlu, konser verecek.

Küratör Mehmet Lütfi Şen, sergi kataloğunun sunuş yazısında, sergiye dair düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor:
“Zehra Çekin, Minyatür Sergisi ‘Yerler ve Gökler’ projesi minyatür, tezhip ve hat sanatları alanında çeyrek asırlık bir çabanın mini bir retrospektifi niteliğinde. Bu çaba, gelenekte yeni bir halka olmak adına cesur adımlar içeriyor.”

Merhum Üstat Süheyl Ünver’in yetiştirdiği minyatür hocalarından Cahide Keskiner ise, sergi kataloğundaki yazısında düşüncelerini şu şekilde aktarıyor:
“Yazık ki halen klasik süsleme sanatlarımızı Batılılar kadar bile geniş etüd etmiyoruz. Her yerde kurslar açılıyor, birçok genç insan bu sanatları talim ediyor, sergiler açılıyor, eserler satılıyor, böylece bu sanatlar ‘yatay’ olarak yayılıyor ancak maalesef ‘dikey’ olarak yükselmiyor.”
Gelenek ile yenilik arasındaki dengenin önemli olduğuna işaret eden Keskiner, “Sanatçı özgür olmalıdır ama özündeki bu gürlüğü eskiyi tahrip ederek değil, yeniyi inşa ederek göstermelidir,” diyor ve sözlerine şunları ilave ediyor:
“Hep ‘araştıran öğrencim olsa, sorular sorsa da elimden geldiği kadar yardım etsem’ diye düşünmüşümdür. Araştırmacı öğrencinin gelmesi bir hediyedir. Hoca olarak şevklenir, elinizdeki malzemeden faydalanmasını sağlar, çorbada tuzum olsun dersiniz. (…) Sevgili öğrencim Zehra Çekin’in çalışmalarını bu hayalimin gerçekleşmesi yolunda önemli bir adım olarak görüyorum. Zehra’nın sanatçıda olması gerektiğini düşündüğüm, araştırmacı bir yapısı var. En güçlü yanı, muhayyilesinin zenginliği ve bu hayal dünyasını eserlerine yansıtabilmesi. Fikir güzel olunca ortaya çok farklı ve anlamlı eserler çıkarabiliyor. Eserlerinde desen bilgisi, tasarım ve ince fırça var.”
Gelenekle geleceğin buluştuğu bu nefes kesici sergi, 19 Ocak – 12 Şubat tarihleri arasında görülebilir.

GELENEKSEL SANATIMIZDA YENİ BİR TAHAYYÜL

Cahide Keskiner

Kâinat muazzam bir ahenk içinde. İlahi kudreti her yerde, her şeyde hissediyoruz. Bütün

tabiat zikrediyor, ibadet ediyor. Kâinatı, yaprağı, çiçeği, havayı, eşyayı, insanı okumak

önemli. İnsana bu “okuma” kabiliyetini bahşeden yollardan biri sanattır. Sanatlarda

maneviyatın büyük etkisi vardır. Allah sanatçının eline, gözüne, kalbine ilham verir, sanatçı

da adeta kalemi ve fırçasıyla tespih çeker, zikreder, ibadet eder. İnsan bir sanat eserini eline

aldığında kozmik etkisini kalbinde hisseder, ürperir. Sanatta ilahi bir tılsım, bir lütuf bulunur.

Her eser sanat, her eser veren sanatkar değildir. Sanat doğuş, yaratıcılık ve varlığa anlam

katmadır. Sanat ruh ister. Sanatkar ruhundan geleni objeye aksettirince o obje huşu ile

seyredilecek bir eser haline gelir. Sanatta incelik ve derinlik vardır. Eserdeki varlık yokluk

dengesi, akış, ahenk, sadelikle ortaya çıkan güzellik seyredeni etkiler.

Özveri olmadan, kendini vermeden, dünyayla meşgulken sanat eseri ortaya çıkmaz. Sanat, bir

sipariş eseri yetiştirmek değildir. İnsan ne kadar eser üretirse üretsin, bir hiç olduğunu

anlamadıysa yaptıkları boşunadır. Kendini ön plana çekmeyi, bencilliği, huzursuzluğu en

güzel terbiye edecek, “bütün”e en iyi hizmet edecek yol sanattır. O maneviyat nispetinde

büyür ve insanın ruhunu arındırır. Sanat hem tabiata hem birbirimize saygı duymamızı

sağlayan, bu anlamda hem ferdi hem sosyal bir faaliyettir.

Sanatkarın yetişmesinde usta-çırak, hoca-talebe ilişkisinin büyük önemi vardır. Hoca

yumuşak biçimde çırağa nefis terbiyesi verir, onu iyi ve faydalı bir insan yapmaya gayret

eder. Sevdirerek ve kapasitesine göre onu sanatına hazırlar. Sohbetlerle hayatın hakikatlerine

işaret eder. Önemli olan diploma değildir. Enderun’da sanatkar adayını zihnen ve ruhen çok

yönlü besleyen, lisanıyla edebiyatıyla müziğiyle tarihiyle bütün bir birikimi ona kazandıran

bu eğitimdir ki divan sahibi sultanlar ortaya çıkarmıştır.

Klasik süsleme sanatlarımızda da bu sayede önemli sanatkarlar yetişmiştir. Yüzyıllar içinde

farklı dönemlerin farklı coğrafyaların sanatkarları değişik ekoller yaratmış, yeni tarzlar, yeni

motifler, yeni tekniklerle sanatı hep ileriye taşımıştır. Uygurlar dönemi, Selçuklu dönemi,

Arap ve İran etkisi dönemi, Fatih ve Kanuni dönemleri karakteristik özellikleriyle birbirini

takip etmiştir.

Kanuni zamanı Ehl-i Hiref defterlerinde Topkapı Sarayında yaklaşık iki bin kişinin sanat için

çalıştığı kayıtlıdır. İmzanın ayıp sayıldığı, gerekirse sadece başnakkaşın imza attığı, her şeyin

edep erkân dahilinde yürütüldüğü kolektif bir çalışma sayesinde o kadar güzel tasarımlar,

binlerce eser, büyük albümler ortaya çıkmış ve klasik sanatlarımız dünyaya hakim olmuştur.

Sonraki dönemde Avrupa sanatındaki barok, ampir, rokoko üsluplarının etkisi görülür.

Sanatımız bu etkileri bünyesinde çözmeye çalışırken, klasik sanatlarımızın küçümsendiği,

hatta yok sayıldığı bir dönem gelir. O zamana kadar yeni ekollerle şekillenen sanatımız uzun

süre suskun kalır. Nice sonra kişisel çabalarla eski sanatlarımızın yeniden canlandığına şahit

oluruz. Bu, meyvelerini halen toplamakta olduğumuz çok önemli bir gelişmedir. Ancak

günümüzde bu gelişmenin yeni bir hamleyle tekamül etmemesinin sıkıntısını yaşıyoruz.

“Gelişmeyen geriler” fehvasınca, bugün klasik süsleme sanatımız kendini tekrarlayan bir

zanaat halini almıştır.

Yazık ki halen klasik süsleme sanatlarımızı Batılılar kadar bile geniş etüd etmiyoruz. Her

yerde kurslar açılıyor, birçok genç insan bu sanatları talim ediyor, sergiler açılıyor, eserler

satılıyor, böylece bu sanatlar “yatay olarak” yayılıyor ancak maalesef “dikey olarak”

yükselmiyor. Klasik süsleme sanatlarımızın her bir dalını araştırmak gerekir. Ama bu

sanatlarda maddiyatı ön planda tutmadan araştırma yapacakları yönlendiren bir yapı kurulmuş

değil. Henüz kütüphanesi, müzesi, arşiviyle bir ileri araştırma merkezimiz, enstitümüz yok.

İlgili yazma eserleri okuyacak kişiler bulunamıyor. Hâlâ -nur içinde yatsınlar- rahmetli

hocalarımızın kitaplarına bakıyoruz. Çok az sayıda metod kitabımız var. Mesela on altıncı

yüzyıl çiçeği ile on yedinci yüzyıl çiçeği arasındaki farkı nasıl ayıracağız? Hataileri, rumileri,

bulutları, çeşit çeşit motifleri çoğaltmak, çizmek ve üzerlerine yazmak gerekir. Bazı kurumlar

ve henüz hayatta olan akademisyenler önemli arşivlere sahipler. Ama bunlardan istifade

edecek, gördüğüyle yetinmeyecek, sorgulayacak, derine inecek, yayın yapacak gençler

yetişmeli. Süheyl Hocamız bizlere “klasik sanatlarımızı tanıtmak ve sevdirmek sizin

göreviniz; onlar çamura düşmüş pırlanta parçası gibidir, alın, temizleyin, yerine koyun,”

derdi. Bu misyonu ileriye taşıyacak, ufkumuzu genişletecek insanlara ihtiyaç var.

Hep “araştıran öğrencim olsa, sorular sorsa da elimden geldiği kadar yardım etsem” diye

düşünmüşümdür. Araştırmacı öğrencinin gelmesi bir hediyedir. Hoca olarak şevklenir,

elinizdeki malzemeden faydalanmasını sağlar, çorbada tuzum olsun dersiniz. Şimdi geriye

baktığınızda birçok eser verildiğini görüyorsunuz. Sahipleri tanındılar. Ama sanata

getirdikleri yeni bir boyut var mı?

Yıllardır genç arkadaşlara, öğrencilerime söylüyorum: “Hocaya bağımlı kalmayın, okuyun

araştırın, yorumlayın, bir çıkış, bir yenilik yapın ve sanatı bir adım öteye taşıyın, bir ışık

olun.” Önceden yapılanların kopya edilmesi taklittir, zanaattır, sanata bir katkı sağlamaz.

Sanatçı belirli kalıplardan çıkabilmelidir. İnsanlar birbirine benzer eserleri göre göre

kanıksıyor, sıradan buluyor, bakıp geçiyor, bir süre sonra bu eserler bir şey ifade etmez hale

geliyor. Halbuki bir resmi karşıma aldığım zaman uzun uzun bakmalıyım.

Sanatlarda ince işçilik elbette önemlidir ama el işçiliği bir eseri sanat ürünü kılmaya yetmez.

Zanaatkar elini belli bir alışkanlıkla kullanabilir ama tek başına bu onu sanatkar yapmaz.

Bazen bir sanat eserindeki inceliğe, el emeğine, göz nuruna hayret edersiniz ama esere hayran

olmazsınız.

Sanatlarda yenilik yapmak kolay değildir. Yüzyıllar boyunca olgunlaşarak sağlam ve muteber

hale gelen estetik kuralları bozmadan, eskiyi deforme etmeden farklı motifler, değişik

yorumlar, yeni teknikler, özgün bir tarz geliştirmek gerekir. Gelenek ile yenilik arasındaki

denge önemlidir. Sanatçı özgür olmalıdır ama özündeki bu gürlüğü eskiyi tahrip ederek değil,

yeniyi inşa ederek göstermelidir.

Yahya Kemal “insan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar,” diyor. Resim önce tahayyül

etmek, sonra bu hayali esere yansıtmaktır. Bu ikisi de zordur ama sanat orada başlar, öyle

sanatçı olursunuz. Ben de hep tahayyül gücü olan sanatçılarımızın klasik sanatlarımızı ileriye

götürmesi hayaliyle yaşadım, ümidimi korudum.

Sevgili öğrencim Zehra Çekin’in çalışmalarını bu hayalimin gerçekleşmesi yolunda önemli

bir adım olarak görüyorum. Zehra’nın sanatçıda olması gerektiğini düşündüğüm araştırmacı

bir yapısı var. En güçlü yanı muhayyilesinin zenginliği ve bu hayal dünyasını eserlerine
yansıtabilmesi. Fikir güzel olunca ortaya çok farklı ve anlamlı eserler çıkarabiliyor.
Eserlerinde desen bilgisi, tasarım ve ince fırça var.

Sanat eserinde renk ve ışık çok önemlidir. Zehra’nın özellikle son dönemdeki yeni tarz eserlerinde bir odak noktası kurgulaması ve onun etrafında renkleri ve ışığı orijinal biçimde kullanması, bir eserin farklı bölümlerini ayrı tablolar haline getiriyor. Bunlar seyredenin de muhayyilesine hitap eden, uzun uzun bakılacak eserler.

Seneler önce Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsü’nde açtığım sergiye, merhum Elif Naci gelmiş

ve şöyle bir eleştiri yazmıştı: “Sanatçının çıkışı çok güzel. Minyatüre yeni bir yorum getirmiş.
Acaba bu çıkış bir heves olarak mı kalacak, yoksa gittikçe mükemmelleşerek bir üslup mu oluşturacak, göreceğiz.”

Şimdi ben de Zehra’yı kutlarken bu güzel çıkışını, geleneksel sanatımıza getirdiği bu yeni yorumu gittikçe olgunlaştırmasını, yeni eserlerle bir üslup oluşturmasını diliyorum.